Cahiliye Devrinde İlah Düşüncesi Nasıldı ?
Elhamdülillahi Rabbil Alemin,
Salat ve selam âlemlere rahmet olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’e, ailesine, ashabına ve kıyamete kadar onun yolundan gidenlerin üzerine olsun.
- Allah’ın gazabından emin kılma
“Onlar kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye Allah’tan başa düzme ilâhlar edindiler.”(Meryem, 81)
“Onlar Allah’ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mazhar) edilecekler ümidi ile ilâhlar edindiler” (Yasin, 74)
Bu iki Ayet-i Kerimeden anlaşıldığına göre câhile-yet devri insanları kendileri için ilâh olduğuna kanaat getirdikleri varlıkların, şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucuları olduklarına,onların himayelerine sığındıklarında da ahdi bozmaktan meydana gelecek sorumluluklardan ve çeşitli korkulardan kendilerini emin kılacaklarını zannediyorlardı.
- Tabiat kanunları üzerinde bir güç sahibi olduklarına inanma
“Halbuki Allah’ı bırakıp da çağırdıkları, hiç bir şey yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine şuurları da yoktur. Sizin ilâhınız bir tek Hâk’tır.” (Nahl, 20-22)
“Allah’tan başkasına tapanlar dahi hakikatte Allah’a eş tuttukları ortaklara tabi olmuyorlar. Onlar kuru zandan başkasına uymuyorlar; onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar.”(Yunus.66)
Bu ayetlerden anlaşılan bir kaç husus:
a)- Cahiliyet devri insanları, ilâh edindiklerini sıkıntılı anlarında dua edip, yardıma çağırıyorlardı.
b)- İlâhları sadece cinler, melekler ve putlardan ibaret değildi. Daha önce ölen şahıslar da tapılanlar zümresine giriyordu.Nitekim “onlar diriler değil,ölülerdir.Ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar.”ayet-i kerimesi buna açıkça delalet etmektedir.
c)- Zanlarınca ilâhları dualarını işiten ve kendilerine yardım etmeye güçleri yeten varlıklardı.
İnsanın ilâh edindiği şeye dua etmesine, ondan yardım dilemesine sebep olan düşünce, şüphesiz ki onun tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu haricinde bir kuvvete malik olduğunu kabul etmeye götüren düşüncedir.
- Mutlak şefaatçi olarak kabul etme
“And olsun ki biz kendi çevrenizde bulunan memleketleri helak ettik. Ayetleri, belki onlar küfürden imana dönerler diye tekrar tekrar açıkladık. O vakit Allah’ı bırakıp da güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme ilâhlar onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme ilâhlar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır; uydurmakta oldukları şeydir.” (Ahkâf, 27,28).
“Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecek misim? Siz hepiniz O’na döndürüleceksiniz. Ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer o çok esirgeyici Allah bana zarar vermek isterse (iddia ettiğiniz) o şeylerin şefaati bana hiç bir fayda vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar” (Yasin, 22, 23)
“Onu bırakıp ta kendilerine bir takım dostlar edinenler derler ki:” Biz bunlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz. Şüphe yok ki Allah, onlarla müminler arasında ihtilaf ede geldikleri şeyler hakkında hükmünü verecektir.” (Zümer, 3)
“Onlar Allah’ı bırakıp, kendilerine ne bir zarar ne bir fayda veremeyecek şeylere toparlar. Bir de; ‘Bu putlar, Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir’ derler” (Yunus, 18)
Bu ayetlerden anlaşılabilecekler şunlardır:
Cahiliyet devri insanları, ulûhiyetin, ilâh olduklarına inandıkları kimseler arasında paylaşılmadığı ve hepsinden üstün bir ilâh olduğuna inanıyorlardı fakat bu ilahlıkta biraz nüfuz ve payları olduğuna inandıkları, yüce İlah’ın katın makbul olduğuna, istek ve arzularının şefaatleri sayesinde yerine getirileceğine inandıkları ilahları Allah’a eş koşmuşlardır.Bu gibi zanları sebebi ile, onları Allah ile birlikte ilâh edinmişlerdir. Bunlardan da anlaşılıyor ki, bir insan birisini Allah katında kendisi için şefaatçi edinir, sonra da ona dua eder, ondan yardım isteyerek tazim ve hürmet gösterir, adaklar kurbanlar sunarsa, bütün bunlar cahiliyyet devri insanının dilinde onu ilâh edinme, ilâh seçme adını alır.
Şefaat iki kısımdır: a) Gerisinde bir tür kuvvet ve nüfuz bulunan şefaat. Bu tür şefaatte, şefaat edenin kabul edilmesi zorunludur, b) İsteklerin içtenlikle ve alçak gönüllülükle arz olunduğu, ancak şefaatin kabulünü zorunlu kılan bir güç ve kuvvetin olmadığı şefaat. Birinci anlamda bir kimseyi Allah katında şefaatçi kabul eden kişi, hiç şüphesiz onu ilâh edinmiş ve şefaatçiyi Allah’a ortak koşmuş olur. İşte böyle bir şefaati Kur’an-ı Kerim kesin olarak reddeder İkinci anlamdaki şefaate gelince, başkaları için peygamberlerin, meleklerin ve salih insanların Allah katında bulundukları şefaat çeşididir. Allah böyle bir şefaat talebini dilerse kabul eder, dilemezse kabul etmez.